Yeni Şafak’ın ilk yayın yönetmenlerinden, eski Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Nabi Avcı, 30. yıl konuşmalarına konuk oldu. Basın hayatından bürokrasiye birçok konuyu ele alan Avcı’ya gazetemiz çalışanları merak ettikleri soruları da sordu. Eskilerin hatırlanıp aranılmasına pek alışık olmadığını söyleyen Bakan Avcı, gazete yönetimine bunun için ayrıca tebrik ve teşekkürlerini iletti. Avcı, 30 yıl boyunca dünyada, Türkiye’de ve gazetemiz Yeni Şafak’ta pek çok değişime şahit olduğunu belirtirken, bu değişimin iyiye ve kötüye giden eğilimlerini etraflıca ele aldı. Artık gazetelerin olan biteni haber diliyle vermek yerine, yorum ve kanaatleriyle ortaya koyduğunu ve olması gerekenin de bu olduğunu ifade eden Avcı’nın, eskinin gazeteciliğine özlem duyduğu, belki de gazeteciliği özlediği bizde bıraktığı izlenimlerden biri oldu.
İnternet gazeteciliğiyle başlayan, sosyal medya gazeteciliğiyle ayyuka çıkan basılı gazetelerin artık şekil değiştirmesi gerektiği konusu, son yılların bitmek bilmeyen gündemlerinden. Nabi Hoca da basılı kültür döneminin uzatmaları oynadığını dile getirerek, “Sanayi Devrimi’nin ürünü olan okul, gazete, profesyonel ordu, siyasi partiler gibi pek çok fabrika mantığına göre örgütlenmiş yapılar, artık devrini tamamladı. Ama sosyal kurumlar öyle yerini hemen başka bir şeye devretmiyor. Tıpkı güneşin ışınlarının 8 dakika sonra bize ulaşması veya yıldızların söndüğü halde hâlâ varmış gibi görünmesi gibi, fonksiyonların bir kısmını kaybettiler, ama bu arada başka fonksiyonlar yüklendiler. Gazetenin artık haber verme fonksiyonu değil, kanaat belirtme, yorum yapma, arka plan bilgisi verme, değerlendirme fonksiyonu var. Bunlarla bir süre daha idare edebiliriz” açıklamasında bulundu.
Henüz internetin, sosyal medyanın hayatımıza girmediği dönemde “Enformatik Cehalet” kitabını yazan Avcı’ya, günümüz dezenformasyon savaşında bunun devamını yazıp yazmayacağı da soruldu. 1990 yılında yayınladığı kitapta “Uydu yayıncılık başlayınca neler olacağını göreceksiniz” tarzında bir uyarıda bulunduğunu ifade eden Avcı, “Bundan sonra yazılırsa Enformatik Zır Cehalet yazılır. Mustafa Kutlu abi de bir gün beni arayıp, ‘Sen bu işi söylemişsin yıllar önce, şimdi bunun çözümünü de yaz’ dedi. Tamam ben medyanın geldiği yeri, hangi dalı kesmekte olduğunu, daldan düşeceğini gördüm, ama şimdi sen bana medya nereye gidecek bu işin sonu nereye varacak, sorusunu soruyorsun, onu ben de bilmiyorum demiştim” dedi.
Çok güzel bir haber yakalasak bile onu taze bir şekilde servis edememe durumu hepimizin malumu. O zaman yapmamız gerektiğinin yorum, perde arkası bilgiler olduğunu vurgulayan Eski Bakan, “Bir de kırk yılda bir yakalarsak, başka hiç kimsenin servis edemeyeceği çok özel bir haber yaparız, ama o her zaman olacak bir şey değil. Eskiden sadece gazete gazeteyle rekabet ediyordu. Şimdi bütün gazeteler internetle, sosyal medyayla rekabet etmek zorunda. Dolayısıyla Allah kolaylık versin, işiniz zor. Ama bir süre daha sosyal şartlar gereği böyle gidecek gibi görünüyor” diyerek yüreğimize su serpti.
Basılı gazetenin tarihe not düşmeye yaradığının söylenmesi üzerine bir anısını anlatan Avcı, “Tarihe karşı sorumluyuz, bunu anlıyorum ama tarihe çok da güvenmeyin.Rahmetli Alparslan Türkeş, parti grubunda Nevzat Kösoğlu’nun çıkıp konuşmasını istemişti. Kösoğlu da ‘Konuşuyoruz, konuşuyoruz da kimsenin bir şey dinlediği yok’ demiş. Başbuğ da ‘Olur mu sen tarihe konuşuyorsun’ demişti. O günden sonra ben hep tarihe konuştum. Biraz böyle kötümser bir tablo çizdim, farkındayım, ama eski emekçiler olarak bize bu işler biraz hüzünlü geliyor. Ama gençler, başka bir yere doğru gidiyor. Dolayısıyla biz de tedbirimizi ona göre almak zorundayız. Yeni Şafak ailesi olarak onu da yapıyorsunuz zaten, sadece basılı mecrada yoksunuz” cümlelerini kurdu.
İlk yayın yönetmenlerinden birini bulmuşken, gazetenin kurulduğu dönemleri konuşmamak olmaz. Yeni Şafak’ta iki dönem bulunduğunu, ilk dönemin 4 ay kadar sürdüğünü ifade eden Bakan Avcı, “Kısa dönem askerlik yapanlar gibi biz de bu dönemi anlata anlata bitiremiyoruz. Mahmut ve Ahmet Kış kardeşler gazeteyi devraldıklarında birlikte çalışma teklifinde bulunmuşlardı. O zamanlar Kanal 7 de yeni kuruluyordu, orada da yayın danışmanıydım, bir de üniversite vardı. 6 ay veya bir sene gazeteyi biçimlendirdikten sonra yayın yönetmeni olarak değil de köşe yazarı olarak devam etmek üzerine anlaştık. Gazetenin belli bir tiraj alması lazımdı. Dağıtımı sıkıntılı, nerede ne satıyor bilmiyoruz. Gerçek talep noktalarını çıkartmak için en az 50 bin basıp, her yere dağıtıp nerede satıyor, nerede satmıyor görmemiz gerekiyordu. Ekonomi elvermedi, ben de müsaade istedim. İkinci dönem ise askerlik görevi gibiydi. 28 Şubat döneminde haftada veya iki günde bir arka sayfada köşe yazdım. O dönem çok zor bir dönemdi. Daha fazla hasara yol açmadan atlatılmasında Yeni Şafak’ın çok büyük rolü oldu” diyerek gazetemizle ilişkisini özetledi.
Kurucusu olduğu Zaman gazetesiyle ilgili de konuşan Avcı, “Bizim çıkardığımız Zaman gazetesiyle Fetullahçıların Zaman gazetesi aynı değil. Ankara’da Rüzgarlı Sokak’ta Ali İhsan Arslan ve Alaattin Kaya’nın devraldığı gazetede Fehmi Koru Genel Yayın Yönetmeni, ben de danışmandım. Önce bir iç karışıklık oldu, Ali İhsan Arslan bizim ekibi tasfiye etti. Fakat okuyucular tepki gösterdiği için bir hafta sonra bizi geri çağırıp Ali İhsan Bey’i ayırdılar. Biz de bir anlaşmazlık çıktığı takdirde bir hakeme gidilmesi gerektiğiyle ilgili bir anlaşma yaptık. Fehmi Koru, ‘Bunların İzmir’de bir hocaları var, onu hakem yaparlar, o da bir şey yapmaz’ filan dedi. Fetullah Gülen’i tanımıyorduk o zaman, tamam dedik. Bir gün rahmetli Alev Alatlı’nın aramasıyla gazeteyi İstanbul’a taşıyacaklarını öğrendim. Alaattin Kaya’nın yanına gittim. Hakemle konuştuğunu, onu haklı bulduğunu söyledi. Biz de mahkemeye gittik, onlara karşı mahkemeyi kazandık. Ama hâlâ sosyal medyada Zaman gazetesinin kurucusu olarak bizi gösteriyorlar. FETÖ’nün gazetesinden ayırmak için ‘Eski Zaman gazetesi’ deriz biz” ifadelerini kullandı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde başmüşavir olarak da görev yapan Avcı, Erdoğan’ın metinlerini hazırlarken nelere dikkat ettikleri sorusuna da şöyle cevap verdi: “Hem metinler hazırlanırken hem yayınlandıktan sonra basında nasıl karşılık göreceğini hesap etmek zorundasınız. Zaten bu konuşmalar medyada tartışılsın, kamuoyuna ulaşsın diye yapılıyor. Tayyip Bey her başbakan gibi promptere bakarak konuşsa da bizim hazırlayıp verdiğimiz, istatistiksel bilgilerin de olduğu metni okurken, ilk defa okumasına rağmen rakamlarımızı yeni bilgilerle düzelttiğine çok şahit oldum. Metni ne kadar iyi hazırlarsanız hazırlayın, onu okuyan kişi önemli.”
Meclisteki son görevlerinden birinin Bilişim Teknolojileri Bağımlılarıyla Mücadele Komisyonunun başkanlığını yapmak olduğunu belirten Avcı, şunları aktardı: “Bu konuda hakikaten çok sıkıntılı bir durumdayız. Şimdiki gençlerin beyin kasları 500 karakterlik hızlı koşmaya göre biçimlendi. Beyin maratonuna katılamıyor. Bir kitabı baştan sona okumaya güçleri yetmiyor. Kitap okuyamadıkları zaman da hiçbir şeyi doğru dürüst anlayıp düşünüp, konuşamıyorlar. Sosyal medya alışkanlıkları sebebiyle gençler 500 kelimeyle konuşuyor. Kulaklar kekelediği için de birbirimizi doğru dürüst anlamıyoruz.”
Anılarını yazmayı değil de konuşarak kayıt altına almayı düşündüğünü söyleyen Avcı, daha sonra bunlar deşifre edilerek kitap olacağı müjdesini verdi. Hayatındaki dönemleri de üniversite, basın, bürokrasi ve siyaset olarak bölümlere ayırabileceğini ima eden Avcı, 1974 yılından itibaren bürokrasinin çeşitli kademelerinde bulunduğunu aktardı.